Benim çocukluğumda şişman göbek balon lastikli minik bisikletler vardı. Sarı yirmi beş kuruşluk harçlığımı verir saatlerce binerdim. Aslında param bunun karşılığına yetmezdi ama bisikletçi Hayri amca öylesine baba bir adamdı ki; kiraladığım bisikleti geç teslim etmeme hiç kızmıyor ve bazen birkaç tur daha atmama izin veriyordu. Belki de bu küçük turlar bugünkü uzun turlarımın başlangıç halkasıydı. 2008’de önce Hindistan ve Nepal macerası yaşadım. Ardından Singapur, Malezya, Tayland, Kamboçya, Vietnam ve Laos geldi. Devamında Orta Doğu ülkelerini gezdim. Dostlarım “Neden hep doğu ülkeleri” diye sordular. Haklı olduklarını düşündüm. Önce Balkanlar ve sonra Avrupa’ya yöneldim. Kuzey Afrika’da
Mısır, Sudan, Fas ve Tunus’u turladım. Sanki yaşamımda yapmak istediğim bir şeyleri kaçıracak olmamın telaşına kapılmıştım. Bunun için çalışma hayatımda devrim yapmam gerekiyordu. İşlerimi yılın sadece beş ayına sıkıştırıp içimdeki turcu çocuğu yeniden doğurdum. En fazla iki-üç aylık turlara çıkabiliyordum. Pamirler’i, Karakorum Dağları’nı geçebilecek kadar vaktim yoktu. Bu yüzden hiç değilse daha extrem takılabilirdim. Fas’ta Atlas Dağları’nda sürdüm. T’zin Tichka’yı geçtim. Chefchaouen’da maviliği yaşadım. Berberi köylerinde misafir olup Zagora ve El H’amid’de Sahra Çölü’nün göbeğine kadar girdim. Tunus topraklarında yine en güneydeki hurma bahçeleri ve yine Sahra Çölü’ne daldım. İran’da Lut ve Taftan Çölü ile tanıştım. Bellucinlerin köylerinde misafir kaldım. Yunanistan’da uzo içip sirtaki oynadım. Sicilya’da Etna Yanardağı’na tırmandım. İspanya’da Magrib’i gördüm. Neden kendi ülkeni gezmiyorsun dediler. Doğudan batıya tüm bölgelerde pedalım döndü. Turlamadığım sahili kalmadı. Güneydoğu benim ülkem değil mi idi ki, oralara gitmeyecektim…
Mardin’den başladım, Darul Zafaran Kilisesi, Midyad-Mor Gabriel Kilisesi, Hasankeyf, Batman, Malabadi Köprüsü, Silvan, Diyarbakır, Siverek, Fırat Nehri, Nemrut Dağı, Kahta, Adıyaman, Atatürk Barajı(Bozova), Şanlı Urfa, Birecik, Halfeti, Nizip, Gaziantep’te döndü tekerim. Uzakdoğu’da Hint ve Budist tapınaklarında konakladım. Tayland’da maymunlara elbiselerimi çaldırmak, Malezya’da timsaha yol vermek, İran’da çakal sürüsü ile boğuşmak gibi korkulu anlarım oldu. Ama dostluklar da yaşadım onlarca ve yüzlerce… Hiç tanımadığım insanlarla tanışıp evlerinde kaldım, sofralarında oturdum. Yolda olmak bambaşka bir şey… Hep ileriye sürerek dünyayı çember çizgisi ile dönüp aynı noktaya geri gelmenin hayalindeyim. Bazen yüküm elli kilonun üzerine bile çıkıyor. Çetin yokuşlarda zorlanıyorum. Tam da bitecek galiba, bu sonuncusu dediğin rampalar ardı ardına gizli gizli çıkıyorlar karşına. Bir türlü bitmek bilmiyor tırmanış. Geceleri çadırım zemheri soğuk. Bazen “ne işim var bu dağın başında tek başıma” diye düşünüp umutlarımı kurşuna diziyorum. Ama inatçıyım ya, hemen tedavi ediyorum ardından hızlıca. Sabah yine yollardayım. Evet, yolda olmak bambaşka bir duygu. Bisiklet dostlarıma anlatacak öylesine çok öykülerim var ki, sonu gelmez…