Bisiklete binmeyi nasıl öğrendiğinizi, ilk bisikletinizi, bisikletiniz ile yaşadığınız bazı anları siz de zaman zaman hatırlamaz mısınız? Yaz gecelerinde dolaşmalar, ufak-tefek tamir denemeleri ve bisiklet dostlukları. Çocukluğumuzdaki bisikletli günler bir yana, bazılarımız için bisiklet hem ulaşım vasıtası, hem zevk, hem spor, hem de sağlıklı yaşam için günlük yaşamın en büyük renklerinden biri değil midir?

Geçen yıl dünyanın her yerinde bisikletin 200. yılı kutlandı. Düşünsenize, insanın iki ya da tek tekerlekli bir düzenek üstünde dengede durabilmesinin ve yol alabilmesinin üzerinden 200 yıl geçmiş ve bu 200 yıl içinde bisiklet sihirbazlara özgü bir gösteri aracı da olmuş, şeytan arabası olarak aşağılanmış da! Zaman zaman züppe atı ya da atsız araba olarak da anılmış. Ama özellikle 1900’lü yıllarla milyonlarca kişinin hem işleri hem de yaşamları için vazgeçilmez bir değer olmuş. Taşınabilirliği, yaşa, boya, kiloya ve cinsiyete uygun farklı tipleri ile nesiller arasındaki yolculuğunda dededen toruna geçiş yapan bisiklet kullanımı, hızını hiç kesmeden yarınlara doğru yol alıyor.

Aslında bisiklet düşüncesinin tarihsel arka planı 200 yıldan çok daha eskiye dayanıyor. İtalyanlar, Leonardo Da Vinci’nin bugün İtalya’nın Milano şehrindeki Ambrosiana kütüphanesinde saklanan 1493 yılında karbon uçlu kalemle hazırladığı çizimleri arasında, bisiklet düşüncesini açığa vuran çalışmaları olduğunu söylüyor. Fakat son yıllarda yapılan araştırmalarda o çizimin yıllar sonra üstadın “codex antalanticus” çalışmasına eklendiği yönünde de savlar var. Bu konuda bilimsel çalışmalar yapan değerli araştırmacıları dinlemek ve izlemek gerekiyor.

Bisikletin tarihi konusunda yapılan bilimsel araştırmalarda, 16. ve 17. yüzyıllarda bazı kişilerin iki tekerlek üzerinde dengede durabilmeyi düşünmeye ve denemeye başlamış olmalarının izleri var deniyor. Hatta Afrika kıtasındaki bisiklete benzer denemelerin olduğuna inananlar da var. Ciddi anlamda ilk bisiklet mekanizması Fransa’da 1790 yılında, Comte Mede de Sivrac tarafından hazırlanmış. Adına “celerifere” denen bu tasarım, günümüzün skuturlarına benziyormuş.

İnsanoğluna günümüzdeki modern bisiklete ulaşma konusundaki ilk cesareti Almanya’nın Karlsruhe şehrinde Baron Karl Von Drais vermiş. Karl Von Drais’in tahtadan yaptığı iki eşit büyüklükteki tekerlekten oluşan pedalsız ve sabit gidonlu düzeneği ile günümüzün modern bisikleti arasındaki “denge” ilişkisi önemli! Çünkü dümensiz düzeneğin selesine oturup da ayaklarla yerden güç alarak koşmak ve çok kısa bir süreliğine de olsa dengede kalabilmek, insanoğluna cesaret vermiş ve bisikletin günümüze ulaşan yolculuğunu başlatmış.

Babası üst düzey bürokrat olan Karl Von Drais, eğitimini ormancılık üzerine almış.  Brezilya’da bir süre çalışmış, küçük yaştan beri tekniğe olan ilgisi onu bazı keşifler yapmaya teşvik etmiş. Yazı ve et kıyma makinesi tasarımları üzerinde de çalıştığı biliniyor. Kendisine keşifler tarihinde sayfa açtıracak buluşunu Paris’teki Lüksemburg bahçesinde yaptığı bir gösteri ile geniş kitlelere tanıtan Karl Von Drais, 1818 yılında buluşunu tescil ettirmiş.

Her konuda olduğu gibi, bisikletin gelişiminin de ardında insanoğlunun bilimsel bilgiye ulaşma yolundaki direşken çabası var. Birbirinden çok farklı coğrafyalarda yapılan deneyler sonucunda ulaşılan verilerin ortak paydada toplanması ve akıl süzgecinden geçirilmesiyle birlikte bisikletin evrim süreci başlamış. 1839 yılında İskoçyalı Kirkpatrick MacMilan bisiklete hareket eden direksiyon ve pedal ekleyerek o güne kadar vücut ağırlığı ile yapılmaya çalışılan manevra kabiliyetini arttırmış. 1858 yılında ön tekerleğe eklenen pedalla bisiklete binmek bir nebze daha dengeli olmuş ama çok kötü ses çıkardığı ve binicisini rahatsız ettiği için “kemik sarsan” olarak anılmaktan kurtulamamış. 1860 yılına gelindiğinde Ernest Michaux ve Pierre Lallement tarafından geliştirilen tipi ile bisiklet daha kullanışlı olmuş ve “velocipede” olarak anılmış. Bazı yerlerde karşınıza çıkarsa şaşırmayın, bisiklet uzunca bir süre topraklarımızda da velespit olarak isimlendirilmişti. 

1861 yılında gerek gidon, gerekse de pedallar daha da geliştirilmiş ama fren mekanizmasına hala bir çözüm bulunamadığı için meydana gelen ciddi kazalar bisiklet sevdalılarının gözünü korkutmaya devam etmiş.

1870 yılında patlak veren Fransa – Almanya savaşı, Avrupa’da yeni yeni gelişmeye başlayan bisiklet endüstrisine ciddi zarar vermiş, hatta üretimi durma noktasına getirmiş ve bu tarihten sonra bisiklet üretiminde İngiltere söz sahibi olmaya başlamış. Bu yıla kadar kullanılan metal tekerlekler 1880’li yılların başında içi dolu olarak üretilen lastik ile birleştirilmiş. “Yastık” denilen bu tekerlek tipi belli bir sürüş rahatlığı yaşatsa da ağır olması yüzünden çok kullanışlı olmamış. İngiliz mucit John Kemp Starley’in 1885 yılında tasarladığı tipi ile büyük ölçüde bugünkü şekline benzeyen modern bisiklet ortaya çıkmış. Ama belki de en önemli gelişme, aslen veteriner olan John Dunlop’un oğluna aldığı bisikletin sürüş keyfini beğenmemesi sonucunda içi lastik olan metal tekerleğe hava ile şişirilmiş şambrel eklemesi ile yaşanmış. Günümüz araba teknolojisinin de kalbini oluşturan bu buluş sonrasında bisiklet kullanımı son derece kolay ve zevkli bir hale gelmiş. 

Bu tarihten sonra kademeli olarak dünyanın her yerine yayılan bisiklet, sanayi devriminin ilerleyişiyle birlikte toplumların geniş kesimlerince benimsenmiş. Amerika’da, 1894 yılında, kadın hakları savunucularından Betty Bloomers öncülüğünde popüler olan bisiklet kullanımı bir nevi özgürlük simgesi olmuş. İlginçtir, o yıla kadar Amerika’da kadın giyiminde hiç hoş karşılanmayan pantolon kullanımı, bisiklet yaygınlaşmasıyla birlikte halk tarafından hoş görülür hale gelmiş.

Resmi olarak kaydedilmiş ilk yarış 31 Mayıs 1868’de Paris’te “Parc de Saint-Cloud” adıyla yapılmış ve bu yarışı İngiliz bisikletçi James Moore kazanmış. İlk kentten kente yarış 7 Kasım 1869’da Paris – Rouen arasında yapılmış. Kazanan 123 kilometreyi 10 saat 25 dakikada tamamlayan James Moore olmuş. Olimpiyat Oyunları’nın 1896’daki ilk yapılışından sonra da, bisiklet sporu programın değişmez parçası olmuş.

Bisikletin Osmanlı’da duyulması Kırım savaşı sonrasında olmuş. Yurt dışına özellikle mühendislik okumak için gönderilen öğrencilerin bisikletle tanışmaları ve bunu döndüklerinde aktarmalarıyla kulaklar bu konuda dolmaya başlamış. Gelen sirklerin yaptığı sunumlarda, bisikletle gösteri yapanları izleyenlerin iki tekerlek üzerinde nasıl durulduğunu ve nasıl hareket edildiğini merakla izlediklerini ve izlemeyenlere aktardıklarını düşünmek yanlış olmaz kanısındayım.

Osmanlıda aydın kesimlerde takip edilen Avrupa gazetelerinde yer alan bisiklet haberleri dönemin heyecanları arasındaki yerini korumuş olmalı. Bu konuda, Atıf Kahraman’ın Kültür Bakanlığı Yayınları’ndan çıkan “Osmanlı Devleti’nde spor” isimli çalışmasından aktarılacak ilginç detaylar bulunuyor. 1889 yılında Thomas Stevens isimli bir Amerikalı bisikletle İstanbul’dan Erzurum’a gitmiş. Aynı yıl, Robert Oglesbe ve Horacey isimli iki Amerikalı bisikletlinin Paris’ten İstanbul’a bisikletle gidecekleri Fransa basınına konu olmuş, haber İstanbul gazetelerinde de yer bulmuş. İki Amerikalı bisikletli, 11 Ekim 1889 günü öğleden sonra Edirnekapı’dan İstanbul’a girmişler.

Türkiye’de ilk bisiklet yarışması 15 Mayıs 1895 Çarşamba günü İzmir Bornova’da yapılmış. İzmir’de yayımlanan Ahenk gazetesinin verdiği habere göre o gün altısı bisikletli, dokuzu da düz koşu olmak üzere tam on beş yarışma düzenlenmiş. İzmir’de yapılan bu yarışmalardan 3 ay sonra, 18 Ağustos 1895 Pazar günü İstanbul’da da ilk kez bisiklet yarışması düzenlenmiş. Osmanlı’da, 19. yüzyılın sonunda bisiklet yaygın olmasa da macera peşinde koşanların sevdası haline gelmiş. Hatta şehirlerarasında yapılan bisiklet yolculukları Osmanlı basınında geniş yer almış.

Bisiklet federasyonun sayfasındaki bilgilere göre ise Osmanlı’da ilk bisiklet yarışları 1910-1912 yılları arasında Selanik’te yapılmış. Fenerbahçe Kulübü’nün bisiklet sporuna önem vermesiyle ilk yol yarışları Fenerbahçe, Maslak ve Bakırköy’de, pist yarışları ise eski Fenerbahçe Stadında yapılmış. Bisiklet sporu 1923’te İdman Cemiyetleri İttifakı’nın kurulmasından sonra FIAC üyeliğine kabul edilen bisiklet federasyonumuzun tasarruflarıyla gelişmiş. Bisikletteki ilk milli karşılaşma, 1927’de Taksim Stadı pistinde Bulgaristan ile yapılmış. Bisiklet Milli Takımımız ilk kez 1928 Amsterdam Olimpiyatları’na katılmış.

İstanbul’da bisikletin tanınmasını sağlayanlardan biri de İrlanda asıllı Amerikan vatandaşı Mary Mills Patrick olmuş. Erzurum Amerikan okulunda sonrasında da Üsküdar İstanbul Kız Koleji’nde felsefe hocalığı ve müdirelik yapan Bayan Patrick, halkın şaşkın bakışları altında bisikleti ve pantolonuyla o günlerin İstanbul’unda sık sık görülmüş.  Onun hakkında söylenecek bir başka şey de Halide Edip’in öğretmenliğini yapması ve İstanbul’da peçesiz olarak sokağa çıkan ilk kadın olması.

1903 yılında icat edilen vites mekanizması sürücüye yokuşları daha kolay çıkma olanağı sağlamış ve gelişen teknolojisiyle, 20. yüzyıl, bisiklet kullanıcılarına hem özgürlüğü yaşatmış, hem de yolların kullanımında ciddi pay sahibi olduğunu hatırlatmış. 200 yıldır insanoğlunun yaşamında olan bisiklet kullanımı, zaman zaman muhafazakâr ve yobaz çevreler tarafından eleştiriler almış, saldırılara maruz kalmış, şeytan icadı olarak aşağılanmış. Hatta bugün bile, kadınların bisiklete binmesinin hoş karşılanmadığı ülkeler var.

Bisiklet bugün sağlıklı yaşamın, hayattan keyif almanın ve stres atmanın yolu olarak görülüyor. Ona gönül vermiş ve onda çocukluğunu ararken hep çocuk kalmaya çalışanlar için de yaşama renk katan bir hobi, bisiklet.