Bisikletler pedalsız modellerden günümüzdeki teknoloji harikası modellere gelene kadar çok yol aldı. Özellikle 90’lardan itibaren bisikletler inanılmaz bir ivme ile gelişti. Gün geçmiyor ki yeni teknolojiler tanıtılsın. Peki bisikletler bu noktaya nasıl geldi merak ediyorsanız buyrun yazımıza.

1820’lerde, ilk bisikletler ahşap iskelete ve parçalara sahipti. Pedal veya zincir gibi aktarma organları olmayan bu bisikletler tay tay şeklinde yol alıyorlardı, yani adım gücüyle. Başlarda seri üretimin olmaması ve fiyatlar yüzünden zenginlerin tekelinde olan bisikletler ilerleyen yıllarda seri üretimin yaygınlaşması ile ulaşım aracı olarak kullanılmaya başlandı. Hal böyle olunca farklı ihtiyaçlar doğmaya başladı. Dolayısı ile çözümler de gecikmedi. Pedallı bisikletler, kauçuk lastikler, 3 ve 4 tekerlekli bisikletler böylece bisiklet tarihine girdi.

1870’lerde metal kadrolu ve donanıma sahip bisikletler üretilmeye başlandı. Penny-farthing adı verilen ön tekeri devasa arka tekeri küçük bisikletler de bu sıralarda üretilmeye başlandı. Penny-farthing’lerin küçük ama bir o kadar da büyük bir sorunu vardı. Ön tekerleğin devasa olması sürücülerin adeta cambaz yeteneğinde olmasını gerektiriyordu. En küçük engellerde bile büyük sorun yaşatıyorlardı.

1888’de John Dunlop havalı tekerleği buldu. Günümüzde de kullandığımız havalı tekerlek sarsıntısız ve daha güvenli bir sürüş sunuyordu. Bu tekerlekler sayesinde lastik çapları da küçüldü. Bisikletler artık günümüzdeki şekline daha çok benziyorlardı.

1900’lerde Avrupa’da çok popüler olan bisiklet 1910’larda Amerika’ya da intikal etti. Herhangi bir yakıt kullanmadan ulaşıma olanak sağlaması bisikletin en büyük tercih sebebiydi. Tam bu sıralarda, 1904 yılında başlayan Tour de France Avrupa’da bisiklet kültürünü iyi yönde etkiliyordu. Yarışlar sayesinde 1940’da Campagnolo tarafında ilk aktarıcı sistemi geliştirildi. Artık yokuşlar ve düz yollar için farklı dişli oranları vardı.

Amerika’da otomobilin keşfi ile bisikletler yine arka plana atıldı. Artık gençler ve otomobil alamayanlar tarafından kullanılıyorlardı. Ta ki 1960’larda bisikletin sportif bir faaliyet olduğu kabul edilene kadar. Bu noktada Avrupa bisikletleri çok ileride olduğu için Amerikalılar tarafından tercih ediliyorlardı. Gerek günümüzde de kullanılan drop gidonların kullanılıyor olması gerekse vites sistemi ve ince tekerlekleri açısından Amerikan seleflerine göre çok ilerideydiler.

1970’lerde ilk karbon fiber bisikletler ortaya çıkmaya başlamış olsa da 1986 yılında Fransız Look KG86’ya kadar ciddi şekilde test edilmemişti. Bu bisiklet ise Tour de France’ta rüştünü ispatlamıştı. Aynı yıllarda alüminyum kullanımı da yaygınlaşıyordu. 1999 yol bisikletleri için bir dönüm noktasıydı. Giant TCR modeli ile dağ bisikleti geometrisini yol bisikleti ile birleştirerek çok daha rijit bir kadro üretmeyi başardı. Günümüzdeki baklava şekilli bisiklet tasarımı da buradan geliyor.

1999 yılında Amerika’dan Trek markası Lance Armstrong ile ön plana çıkmayı başardı. Buradaki gizli kahraman ise Trek’in OCLV teknolojisiydi. Yani bisikletin kadrosundaki gerilimleri en aza indirecek şekilde karbon elyafı serimi yapılmasıydı. Devamında Lance Armstrong’un doping skandalları patlamış olsa da Trek markası artık dünyaca biliniyordu.

2003’te yol bisikletleri yepyeni bir kavramla tanıştı, “Aerodinami”. Kanadalı Cervelo, Soloist modeli ile aerodinaminin önemini ortaya koyarak rüzgar direnci düşük bir bisikletin neler yapabileceğini dünyaya ispatladı.

Bisikletlerde teknoloji gelişimi yukarıda da bahsettiğimiz gibi genellikle yarışlara yönelik oldu. Dolayısı ile bisiklet yarışlarında kuralları koyan UCI genellikle bisikletlerin gelişmesinde büyük rol oynadı. Kararlar genellikle sporcuların sağlığı ve olası kazalarda en az zarar gözetilerek belirlendi. Sizlere kısaca yol bisikletinin tarihinden bahsettik. Serimizin bir sonraki bölümünde görüşmek üzere.