Bisiklet tutkunlarının bu mekanik alete sevdalanmalarının çok çeşitli nedenleri vardır. Bisikleti bir spor olarak seçenlerin ise bu zorlu dala neden bu kadar derinden bağlandıklarını anlamak için görünenin arkasına bakabilmek gerekir. Bu ay tanıtımını yapacağımız kitap “Son Rampa” görünenin arkasındakini anlatmak gibi zorlu bir uğraşa girişmiş. Yayınevi tarafından roman kategorisinde basılmış olsa da tümüyle gerçeğe dayandığı ve birebir anlatılardan derlendiği için daha melez bir çalışma olduğunu; anı, roman, biyografi karışımı çok samimi bir çabanın ürünü olduğunu belirtmek gerekiyor. Tüm bunların yanına yazarın gazeticilik birikimi de eklenince, dönem haberleri ile bütünleştirilmiş sürekliyici bir çalışma ortaya çıkmış diyebiliriz. 

1970 sonrasında doğan kuşak için Naim Süleymanoğlu ekranlarda yüzlerce kiloluk ağırlığın altından kalktığında ve Türkiye’ye olimpiyat şampiyonlukları getirdiğinde kelimenin tam anlamıyla kahramana dönüşmüştü. Hem hayat hikayesi hem de halterdeki başarısı özgüven aşılayan ulusal bir etkiye sahipti. Halterde devam eden  başarılar açısından Naim Süleymanoğlu önemli bir milattı. “Son Rampa” romanında bahse konu edililen hayat hikayesi çoğu bisikletçinin bilmediği,  Naim Süleymanoğlu’ndan çok daha önce Türkiye’ye Bulgaristan’dan iltica etmiş bir başka spor kahramanının Ali Hüryılmaz’ın hayatını anlatıyor. Şampiyon bir bisiklet yarışçısı olarak tarihteki yerini almış olan Ali Hüryılmaz için bisiklet hikayesi Bulgaristan’dan çıkabilme amacının aracı olarak başlıyor. Yazının başında değindiğimiz bisikleti bir spor olarak seçme nedenleri içinde sayılabilecek ilginç nedenlerden… Keza bu hikayede bisiklet aslında bir başka amacın aracı. Doğduğun ülkeden, anavatan bildiğin ülkeye geçişin aracı oluyor.

Roman Ali Hüryılmaz’ın cenaze töreni ile başlıyor. Sitem dolu, unutulmuş belki de unutturulmuş bir buzkıranın vedasına uzaktan şahitlik ederken Ali Hüryılmaz’ın hayat hikayesine dalıveriyorsunuz. O noktadan sonra romanı hiç bırakmadan bir çırpıda okuyorsunuz. Yazarımızın gazeteci olması nedeniyle, heyecanlı bir haber dizisini takip eder gibi satırlar içinde akıp gidiyor ve kurduğunuz masada ince bir sızıyla Ali Hüryılmaz’ı tanımış olmanın verdiği coşkuyu buluşturuyorsunuz. 

Bisiklet sporunun Türkiye’deki gelişimine bakma şansını yakalıyoruz romanda. Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nun oluşumunu görüp, Naim Süleymanoğlu’ndan 20 yıl önce bu yolu Ali Hüryılmaz’ın kullandığını ve Halter’de Naim neyse bisiklette de Ali’nin o olduğunu görüyorsunuz. Belki de bir geçmiş zaman hikayesi olduğundan tek kanallı dönemlere denk geldiği için hikayesinin bilinmediğini düşünüyorsunuz fakat yazarımızın haberci kimliği ile romanın içine sızdırdığı bilgilerden seziyorsunuz ki burada  bilinmeme hali çok daha fazlası, unutulması belki de istenmiş bir köklenememe hikayesi. 

Bir önceki ay tanıttığımız “Ustasından Üstesi̇nden” kitabında spora bilimsel açıdan bakılmış ve getirileri anlatılmıştı. Ülkemizde bisiklet  sporunun gelişimi ve sıçraması açısından bu iki önemli kanalı güçlü bir şekilde birbirine akıtabilmeliyiz. Uluslararası arenada yarışmış usta sporcular ile bilimin işbirliği önümüze güçlü ve başarılı modeller koyacaktır. 

Ali Hüryılmaz’ın Türkiye’ye yerleştikten sonra yaşadıkları anlatılırken roman anlatısı yerini güçlü bir haber içeriğine bırakıyor. Bu da kitaba ilginç bir akışkanlık kazandırıyor. Her ne kadar biçim düzeyinde eklektik olsa da bu  eklektik tutumun akışkanlığı artırıcı etkisi olduğunu görüyoruz. Bu haber içeriğiklerine bakerken “retro” hissi yaşıyorsunuz. Artık duymadığınız ülke isimleri vb. bir başka dönemin şahitliğinde sizi ülke gerçekleri ile buluşturuyor. Konya’nın güçlü bisiklet geleneğinde şehirdeki bisiklet takımının etkisine küçük bir dokunuş yapılıyor ve aynı dönemde İstanbul’da bir bisiklet kulübünün olmayışının şaşkınlığı ile Konya’da bugün neden ülkedeki en uzun bisiklet yolu olduğunu kavrayıveriyorsunuz. Ali Hüryılmaz gelir gelmez kentlerdeki bu kulüp geleneğinin önemini kavramaya çabalıyor ve bu alanda adımlar atılmasını sağlayarak şampiyon sporcuların yetişmesine ön ayak oluyor. 

Büyük umutlarla gelip yerleştiği anavatanında yaşadığı hayal kırıklıkları ile Türkiye şampiyonu olduğu yarıştan sonra bisiklet yaşamını sonlandırıp Amerika’ya yerleşiyor ve ülkeye gelebilmek için bindiği bisikletten ülkeden giderken bir şampiyon olarak iniyor. 

40 yıl sonra ülkesine tekrar döndüğünde içinde hiç sönmemiş bisiklet aşkıyla yine yollara düşüyor ve sporcu yetiştirmek için uğraşıyor. Bu çabaları devam ederken kaldırıldığı hastanede son rampayı çıkmak için çok mücadele ediyor…

Grup olarak bisiklet sürerken bilmediğiniz bir yolda uzun süre gidip yorulunca, yolu bilen birilerine öndeki rampanın son olup olmadığını sorarsınız. Aldığınız cevabın aslında pek önemi yoktur bilirsiniz ki o son rampadan sonra her şey yokuş aşağıdır. Kolaydır… Yani her şey artık arkada kalmıştır. Tüm yorgunluklar…

Kitabı bitirdiğinizde şunu sormadan duramıyorsunuz. Ali Hüryılmaz’ın gelmek için bu kadar uğraştığı anavatanından gitmesine ne sebep oldu. Bu kadar küstürecek ne yapıldı. 

Mehmet Büyükarı’ya, birebir dinleyerek ve gözlemleyerek kaleminde damıttığı hayat hikayesi ile ülkemizin bisiklet tarihine büyük katkıları olan bu köklenememiş dev çınarı görünür kılıp tanıttığı için sonsuz teşekkürler.

Umut Şener