“İçinden Bisiklet Geçen Hayatlar”

KİTABIN KÜNYESİ

ADI: ŞEYTAN ARABASININ YOLCULARI  “İçinden Bisiklet Geçen Hayatlar”

YAZARI: SİNAN CÖMERT

YAYINEVİ: DOST KİTAPEVİ YAYINLARI

BİRİNCİ BASKI: EKİM 2019

SAYFA SAYISI: 247

PEDAL ÇEVİRMEK KADAR KİTAP SAYFALARINI ÇEVİRMEYİ DE SEVENLERE!

“W. Saroyan’a göre, her bisikletli doğuştan bir hikaye anlatıcısıydı, Marquez gibi büyülü kalemlerse onları kahramanlaştıracaktı…” ( Şeytan Arabasının Yolcuları, sf: 67) 

Kitabı okumaya başladığınız andan itibaren hikayeden hikaye koşup bu hikayelerin kendine özgü kahramanlarının çok tanıdık geldiğini fark edip sayfaları daha bir heyecan ve merakla çevireceksiniz. Satırlar arasında dolaşırken bisikletin çoğunlukla hikayenin merkezinde yer alan bir unsur olduğunu bazen de başka olay örüntülerin de yan rollerde yer aldığına şahitlik edeceksiniz. Sinan Cömert’in kitabı bir hikayeler bütünü. Tam da alt başlığın hakkını verircesine kitabın içeriğini doldurmuş; içinden bisiklet geçen hayatlar. Bu hikayelerde dünyanın başka coğrafyalarında yolculuk yaparken, başka kültürlerin içinde ve başka zaman dilimlerinde bulacaksınız kendinizi. Durun hemen bizden de bir şey yok mu diye gerilmeyin. Kitabın büyük bir kısmında epeyce bir yerli kahramanla karşılaşacaksınız. Bu karşılaşmaları özel kılan durumlar sizleri bazen hayrete düşürecek. 

Örneğin olimpiyat yarışlarına katılmak için yola çıkan milli bisiklet kafilesinin yanlarında bisiklet götüremediği için yarışamadığını buna rağmen olimpiyat tarihinin en genç yarışcılarının Türkiye coğrafyasından çıktığını okuyup  şaşıracaksınız.

Kitap yeni kuşakların pek bilmeyeceği çizgi kahraman Abdülcanbaz ve onun hikayeleri ile başlıyor. Turhan Selçuk’un kaleminden hayat bulan kahramanımızın çizgi dünyasında bisiklet hikayelerine dalarken, bisikletin ülkemiz tarihindeki gelişimine de kısa bir tanıklık yapmış olacaksınız. Kitap ilerledikçe sizi düş dünyanızdan tutup tarihin heyecan dolu günlerine götürecek. Hikayeleri okurken bisikletin hep kötücül bir adla çağrıldığına şahit olacaksınız. Her yenilik gibi bisikletin de kabul edilmesi hem ülkemizde hem de Dünya’da meşakkatli olmuş. Bisiklet için kullanılan “Şeytan Arabası” tabirinin nereden çıktığını az çok anlayıp sayfalara devam ederken aslında kitapta anlatılanların yanı sıra bir de sezdirilen hikayeler olduğunu fark edeceksiniz. 

Kitapta bisiklet bazen yürek burkan bazen umutlandıran bazen de mutluluğa boğarken bir anda hüzünlendiren başrol karakteri adeta. Örneğin dört bir tarafın yeşerdiği, doğanın usulca uyandığı şu bahar günlerinde olduğu gibi, narenciye bahçelerinin çiçek açtığı zamanlarda onların yanından bisiklet sürerek geçerken, burnunuza doluşan kokular, pedalı çevirirken sizi alıp belki çocukluğunuza belki neşeli ve umutlu anılarınıza götürür. Bu duyguyu kitaptaki birçok hikayede bulabilirsiniz. Örneğin Ali Nesin’in Paris’ten İstanbul’a bisikletle dönme fikrindeki coşkun ve mutlu kendini kaybediş tam da narenciye çiçeklerinin burnunuzun direğinde bıraktığı hisse benzer. Buram buram neşe, umut ve yaşama coşkusu kokar her iki hal de. 

Siz kitabın içinde bu neşeli ve eğlenceli hikayelerle yolunuza devam ederken, bir kış gününün soğuğunda bisikletle işine gitmek zorunda kalan işçinin üşüyen elleri, donan kulakları ve burun ucu ile baş başa bulursunuz kendinizi. Kitaptaki anlatılar tam da bisiklet üzerindeki hikayeler olduğu için aslında yaşamın tam göbeğinden süzülüp gelmiş hikayelerdir. Kitabın bölümlerinde ilerlerken birden kendinizi Cahit Sıtkı Tarancı ile karşı karşıya bulursunuz. Hikaye sizi Paris’e götürür. Birden 2.Dünya Savaşı ve Nazilerden bisikletle güneye kaçan şairin hikayesi ile karşılaşır ve yaşama olan tutkusuna bir kere daha hayran kalırsınız. Hikayelerde mutlaka dikkatiniz çekecektir, en çok ortaklaşılan yer Paris şehri. Epey bisiklet isminin neden ilk dönemlerde “Velosipet”, “velospit” olduğunu kavrar, kavramın Fransızca kökeni ile ilişkisini kurarken birden aklınızın diğer köşesine şu aralar “corona salgını” nedeniyle tarihi ertelenen ünlü Fransa Bisiklet Turu gelir.  

Bu Fransız eksenli hikayelerde gezinirken, tez yazması için Fransa’ya davet edilen Emil Mihai Cioran’ın “bisikletle gezmek tez yazmaktan iyidir” lafı aklınıza ilişiverir. Çocukca bir haylazlıkla sevinirken bulursunuz kendinizi. 

Kitapta hem 1.Dünya Savaşı hem de 2.Dünya savaşı ile çakışan birçok öykü ile karşılaşırsınız. Kimisi yürek burkucu kimisi umut dolu hikayelerdir bunların. Aslında içinden bisiklet geçen hikayeleri okurken bir yandan yakın tarihi öğrenirsiniz. İtalya’da Mussoli’nin nasıl yükseldiğini anlar ve diğer yandan da ünlü İtalyan bisiklet yarışçılarının hikayelerine konuk olursunuz. Fransız bisiklet turunun prestijine rakip olabilmek için İtalya‘da düzenlenen turların neden Milano’dan başlayıp güneyde Fransız sınırına yakın küçük Akdeniz kasabalarına uzandığını görürsünüz. Tüm bunları yaparken emin olun bir elinizde notlar alırken bulacaksınız kendinizi. Bu notlar bazen sinema filmleri bazen okunacak kitaplar ve bazen de haritada bakılacak yerlerle ilgili olacak.  

Kitap sizi tıpkı bisiklet sürmek gibi, eğlenceli, yorucu ve biraz da hiperaktif bir etkinliğe davet ediyor. Bisiklet sürerken farkında olmadan kavradığınız durumlar vardır. Bisiklet sürerken dikkatiniz hem sonsuz dağınık hem de sonsuz odaklanmış durumdadır. Bu uzlaşmaz çelişik durumu bisiklet sürmeyenlerin anlaması zordur. Pedalı çevirdiğiniz süre boyunca yol üzerindeki her detay hafızanıza kaydedilmiştir ki bunlara kokular, sesle bile dahildir, hem de yaptığınız işe pür dikkat odaklanmışsınızdır ki başınıza olumsuz bir durum gelmesin. Çevredeki detayları ne kadar iyi anladığınızı o yollardan daha sonra araba ile geçtiğinizde fark edersiniz. İşte bu kitap tam da böyle bir etki yaratıyor. Onlarca hikaye, dünyanın farklı yerlerinden, farklı zaman dilimlerinden. Kendinizi bazen inanılmaz dağılmışta hissedilirsiniz okurken ama merak etmeyin bisiklet tüm bunların içinden çekip sizi bir odağa ulaştıracaktır. 

Bu kitabı okurken Can Yücel’in bisiklet hikayesine üzüleceksiniz ama Japonya da 2.Dünya savaşında atılan atom bombası yüzünden, evinin önünde bisiklet sürerken ölen çocuğa yüreğiniz yanacak. Tolstoy, Hemingway gibi tanıdık isimlerin  bisiklet dostu hikayeleri bizi mutlu ederken, birden kendinizi “bisiklet hırsızları” filminin hiç tanınmayan oyuncuları ile baş başa bulup hem gerilecek hem de merak edeceksiniz. Dedik ya kitap sizi hiperaktif bir okumaya davet ediyor. Bu hikayelerin kimisi sizinkilerle ortaklaşacak kendinizi bulacaksanız. Diyelim ki düzenli antrenman yapan bir yarışçısınız, Fransa bisiklet yarışındaki “sarı mayo”nun anlamını, kökenini bulacak, orada yarışmış kimi efsane sporcuların yokuş aşağı süratlenirken yüzlerini yalayan rüzgarı hissedeceksiniz. 

Diyelim ki bisikleti ile işine gidip gelen bir akademisyensiniz, Carl Sagan gibi gözünüzü evrenin derinliklerine dikerken hissettiklerine kulak verecek ya da Einstein gibi atom parçalanırken bir bisikletin üzerinde oradan kaçmak isteyecekseniz.  

Belki bir baba olarak çocuğunuza istediği bisikleti alamamanın verdiği rahatsızlık Orhan Kemal’in hapiste bile aklından atamadığı bir sızıya dönüşecek okuduklarınız. 

Kitabı okurken şunu görecekseniz; bu kitabı bir solukta da okuyabilirsiniz, günlere hikayeleri yayarak da. Her halükarda keyif alacaksınız. Özellikle kara kalem çizimlerle desteklenen öyküler size bazen çizgi roman tadını bile verecek. Kitabı okuyup bitirdiğinizde son bölümde sadece isimleri anılan bisiklet sürmüş insanların hayatlarını merak ederken bulacaksınız kendinizi. 

Bisiklet hepimizce malum, “Şeytan Arabası”, “Cin Atı” gibi olumsuzlama isimlerle çağrılmış. Belki de bunların dışında “Demir At” biraz iade-i itibar gibi durabilir. Sinan Cömert’in kitabını okuduğunuzda bazı tanıdık isimlerin bisiklete önyargıları ile karşılaşıp onlarla empati kurma şansı -ya da şansızlığı mı desek- yakalayacaksınız. Can Yücel’in babası Hasan Ali Yücel’in ya da Refik Halid Karay’ın bisiklete bakışı sizi şaşırtacak.  

Sinan Cömert’in eserinde tabii ki kadın hikayleri de var. Hayat gibi bisiklet de erkeklerden ibaret değil. Cinsiyetçi bakış açısının kadın bisikletleri tasarlarken aklının nasıl çalıştığı ile karşılaşmak sizde hayretler uyandıracaktır. Yine yüzyılın başında bir yerel kahraman Fatma Aliye’nin hayatından geçen bisiklet öyküsü, hem Dünya’da hem de Türkiye de kadınların eşitlik mücadelesine selam verecek. Yine bu hikayeyi okurken kişi olarak da Fatma Aliye’yi daha yakından tanımış olacağız. Kadın anlatılarının olduğu bölümlerde kozmonotların -Rus astronotlar- uzay maceraları öncesinde kaslarını hazırlamak için bisiklet antrenmanları yaptığını öğreneceksiniz ve belki buradan yola çıkarak aklınıza NASA’nın Mars yolcusu “Curiosity” gelecek keza onun da tekerlek sistemleri tasarlanırken dağ bisikleti üreten firmaların mühendislerinden yardım alınmıştı.

Kitaptaki hikayeleri okurken, hem Türk hem de Dünya yazın tarihinde kısa bir gezinti yapacaksınız. Kitabın en büyük getirilerinden biri bu olurken, bisiklet yarışlarındaki kavramların anlamını, kökenini öğreneceksiniz ve bu da heybenize koyduğunuz küçük tatlı sulu elmalar kıvamında  bilgiler olacak. Kitap içine yerleştirilmiş mantık ve matematik sorularını isterseniz oturup çözebilirsiniz ya da kolaylıkla arkadan cevaplara bakabilirsiniz. Kitabı okurken şairlerle ve şiirleriyle, özellikle içinden bisiklet geçenleri ile karşılaşacaksınız. Önemli edebiyat ustaları ve onların kitapları ile hemhal olup Tevfik Fikret’i sadece okulda öğrendiğinize pişman olacaksınız. Spor profesyonel bir iş değilken sporcuların nasıl özverili olabildiklerine hayret edeceksiniz. Kitabı bitirdiğinizde içinden bisiklet geçen bir hayatınız olduğu için bir kere daha mutlu olacaksınız.

Sinan Cömert kitabında geniş bir alan taraması yapmış. Emeğine sağlık. Kitapta geçen isimlerin çoğu bilindik, tanıdık. Bu nedenle belki de onları zaten biliyoruz diye düşüneceksiniz ve fakat hiç birimiz onların hikayelerinin içinden geçen bisikletin tekerlerinin bıraktığı izleri bilmiyoruz. Bu izleri keşfetmeye ne dersiniz ŞEYTAN ARABASININ YOLCULARI!