“Bulut Fabrikası” ve “Türkiye’den Gitmek”

KİTAPLARIN KÜNYESİ

ADI: Bulut Fabri̇kası, Türki̇ye’den Gi̇tmek “İtalya’ya Uzanan Bir Göç Hikayesi”

YAZAR: Gökhan Kutluer

YAYINEVİ: Yi̇ti̇k Ülke Yayınları

SAYFA SAYISI: Bulut Fabri̇kası 108, Türki̇ye’den Gi̇tmek 245

“DÜŞLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK YÜKSEK EĞİMLİ BİR RAMPAYA TIRMANAN BİSİKLETİLİNİN NEFES RİTMİ GİBİDİR.”

Otomobilinizin içinde, bir sahil yolunda seyahat ettiğinizi düşünün. Klimanız açık, içerisi serin… Birden rüzgâra karşı, güneşin altında ve 37 C sıcakta pedalını çeviren bir bisikletlinin yanından geçip gidiyorsunuz. Siz arabanızda konforun tadını çıkarırken az önce geride bıraktığınız bisikletlide kaldıysa aklınız bu ay önereceğimiz kitapları okumalı ve kitabın yazarını mutlaka araştırmalısınız. Az önce geride bıraktığınız bisikletli o yolda rüzgâra bol bol küfredip, canına okuyan güneşe delirirken, ciğerlerine dolan iyot kokusu ile hayallere dalmıştır. Tanıtacağımız kitapların yazarı Gökhan Kutluer düş kurmayı unutmayan ve kurduğu düşlerin peşinden dünya vatandaşına dönüşen, sınırlara sığmayan bir insan. Tanımayan okurlarımız internette yapacakları kısa bir turla yazarı daha yakından tanıyabilirler. Biz ise yazarımızın kitaplarına doğru turumuza başlayalım. 

Gökhan Kutluer’in ilk kitabı “Bulut Fabrikası” 17 öyküden oluşan bir derleme. Her öyküde karşınıza bisiklet hikayesi çıkmasına şaşırmadan, yorulmadan ve mutlaka kendi yaşamınızdan bir şeyler bularak okuyacağınız öykülerden oluşan bu kitabı bir çırpıda okuyabilirsiniz. Ya da bazı öykülerde yerinize çakılıp, derin bir sarsıntıdan sonra okumaya devam edebilirsiniz. Her iki olasılık da mümkün.Bulut fabrikasında yer alan öykülerde yazarımız isim kullanmamış. Belki de bu yöntem sebebiyle kahramanlarla özdeşim kurmanız kolaylaşıyor. Okumalarınız sırasında bir dış ses olma durumundan çıkarak öykünün içine dalıyorsunuz. 

“Onları nasıl edindiğini her anlatışında gözleri parlıyordu. Her anını tekrar yaşıyordu. Frenlerini sıktı. Çıkardıkları sesi seviyordu. Nasıl da ruhu olan bir şeydi bisiklet… Teller, zincirler, fren pabuçları, poposunu ağrıtan o sele…” (Bulut Fabrikası sf: 57)  Şimdi yazımızın başına dönelim ve ciğerlere dolan iyotla kurulan hayalleri düşünelim. Bulut Fabrikası hayallerin ve hayal kırıklıklarının kağıda dökülmüş hallerini anlatıyor. ” Hayır! Gitmek istemiyorum. Zorlayamazsın beni! Kahretsin… Çok ağırsın! Hayır, öyle olmaz! Salak! Zincirim atmış görmüyor musun? Neden pedal çevirmeye çalışıyorsun?” (Bulut Fabrikası sf: 101)  Bu satırlarda anladığınız üzere bir bisikletin feryadı var. Kitaptaki hoş sürprizlerden biri de bu. Bazen bir bisikletin duygularıyla bazen de bir kedi veya köpeğin duyguları ile karşılaşıyorsunuz. 

Evet, bisiklet her şeyden önce bir alet ve daha özelde taşıt ve fakat her bisikletli bisikleti veya bisikletleri ile özel bir ilişki kurar. Buna bir psikoloğun gözüyle baktığınızda kendinize haylice malzeme bulabilirsiniz. Oysaki bisiklet hem fiziksel hem de ruhsal açıdan tedavi edici bir rol oynar. Bulut Fabrikası kitabında okuyacağınız öykülerde bir çocuğun duyguları ile karşılaşacak, aşık bir insanın kalbiyle bakacak, yitirdiklerinizin boğazınızda büyüyerek yutulamaz bir lokmaya dönüşümü ile yüzleşeceksiniz.

Bu ayki sayımızda tanıtacağımız kitapları, olanağınız varsa birlikte okumanızı tavsiye ediyoruz. Keza “Bulut Fabrikası”nda karşılaştığınız öykülerin biriktiği yürek çıkınını “Türkiye’den Gitmek” kitabında anlamanız kolaylaşacak diye düşünüyoruz. 

“Pek çok kişiye göre o, iyi okullarda çok para harcanarak aldığı eğitimi çöpe atmıştı. Yadırgadılar. Çünkü onlara göre alışılmışın dışında davranmak, yanlış yapmaktı. Ancak o bunlara kulak asmadı.” ( Bulut Fabrikası. Sf.55)  Gökhan Kutluer bu satırlarla ikinci kitabı olan “Türkiye’den Gitmek”te anlattığı göç hikâyesini özetlemiş oluyor. 

Yazarımız Bulut Fabrikası’nda duygularını dokuduğu öyküler anlatırken, “Türkiye’den Gitmek” kitabında bizzat kendi yaşamını anlatıyor ve siz iki kitabı birlikte okudukça her duyguyu bir yere oturtuyor ve yazarla çok daha kolay empati kuruyorsunuz. Yazar ve çevirmen Murat Uyurkulak bir söyleşisi sırasında “İyi karne getirdiğimde daha ucuz olduğu için babam bana hep kitap alırdı. Anadolu Lisesi’ni kazandığımda da kitap almıştı. İsterdim ki babam bana bisiklet alsın” deyivermişti. Bisikletin böyle büyülü bir tarafı var. Hem hayal edilen hem de hayal kurduran bir taraf. Gökhan Kutluer bisikletini hayallerinin peşinden giderken bir yol arkadaşına çevirmeyi becerebilmiş bir insanın hikâyesini anlatmış “Türkiye’den Gitmek” kitabında. 

Anne ve baba ile kurulan veya kurulamayan ilişki hayatımızın tümü üzerinde bir pembe bulut olarak dolaşabileceği gibi tersine karabasana da dönüşebilir. “Türkiye’den Gitmek” kitabının kısımlarından birinin adının “Freud Koltuğu” olduğunu anımsatıp tanıtımımıza devam edelim. 

“Türkiye’den Gitmek” kitabı üç bölümden oluşuyor. Bu bölümlerin ilkinde “gitmek” fikrinin psikolojik altyapısını tanıyor ve yazarın gitmek için yaptıklarını dinliyorsunuz. Nurdan Gürbilek “İkinci Hayat – Kaçmak, kovulmak, dönmek üzerine denemeler” kitabında ülke, gidiş biçimleri, kovulmak, yersizlik, kökler, sürgün ve bunu dile getiren yazınlarla ve yazarla ilgilenir. Gökhan KutluerİN’in kitabı her ne kadar yayın evi tarafından bir gezi kitabı olarak satışa sunulmuş olsa da temelinde ülkesinden başka bir yerde yaşamayı çeşitli sebeplerle seçmiş bir  insanın göç sürecini konu ediniyor. İnsanlar yurtlarından durduk yere ayrılmazlar. Nurdan Gürbilek’in “ikinci hayat” kitabı bu gidişlerin yazın alanındaki izdüşümlerine bakıyor. Gökhan Kutluer de Türkiye’den Gitmek kitabında kendi “ikinci hayat”ını yaratan bir göç hikayesine konuk etmiş bizleri. Garip bir dönemden geçiyoruz. Savaşlar ile yıkılmış yurtlarında göç etmek zorunda kalmış milyonlarca mültecinin bir ülkeden diğerine sürüklendiği zamanlardayız. 

Bu sürükleniş sırasında binlerce hayatın yitip gittiği ya da göç ettikleri ülkelerde yaşamda kalmayı başardılarsa çeşitli zorlukla uğraştığı yaşamları, Suriyeli mülteciler üzerinden gözlemliyor, tepkiler veriyoruz. Bunların içinde çok az empati var. Oysaki gitmek başlı başına giden için büyük bir sorun. Yine pandemi günlerinde gidenlerin dönmesinin bir soruna dönüştüğünü veya gidememenin ne olduğunu anlıyoruz. Sınırlar kapatılıyor vs. 

Gökhan Kutluer’in göç hikâyesi bunların dışında bir hikaye, bir gönüllü gidiş. Gitme nedenlerini anlatırken, çirkinlik diye tanımladığı ülkedeki durumları andığımızda çirkinlik ifadesinin naif kaldığını söyleyebiliriz. (Bu satırları yazarken, Muğla’da günlerdir kayıp olan Pınar Gültekin’in cinayete kurban gittiğini öğreniyoruz ve belki siz bu satırları okurken başka kadınların da yaşamları çalınmış olacak.) Gökhan Kutluer  “çirkin” diye tanımladığı durumlardan biraz da kaçmış diyebiliriz. Ama bu kaçış planlı ve programlı bir gidiş. Bu nedenle başka bir ülke de yaşama fikri ile hareket eden okurlarımız için epeyce faydalı bilgi var diyebiliriz. 

Pandemi sürecinde dünya üzerindeki ülkeler ve bu ülkelerdeki kentlerle ilgili epeyce bilgi edindik. Önce Wuhan’ı öğrendik. Uzaktan, korku filmlerini aratmayan sahnelerle izledik. Kaçınılmaz olarak hastalık kapımıza dayandığı sıralarda İtalya’da Corona virüsün hızla yayıldığını duyuyorduk. Özellikle de İtalya’nın kuzeyinde hızla yayıldığından bahsedildi. Biz bisiklet tutkunları İtalya’nın kuzeyini genelde İtalya Bisiklet Turu’ndan biliriz. Pandemi sürecinde ise neredeyse herkes buralar hakkında detaylı bilgi sahibi oldu. Mesela Lombardiya bölgesi ve Milano şehri derken kulağımıza sıklıkla “Bergamo” ismi çalındı. Yazarımız da kitabında bu güzel ve küçük Kuzey İtalya şehrine olan göç hikâyesini anlatmış. Bu süreçte ülkeye dönmemek için kendine söz vermiş ve kararlılıkla hedefine kilitlenip yolunda yürümüş. Göç, gönüllü de olsa sürgün de olsa zor zanaat. 

Örneğin yazarın Karadağ’a gitmek ve çalışmak zorunda kaldığı dönemde “Dünyanın en güzel ezan sesini burada duydum” ifadesi kalbinin derinliklerinden dışa vuran bir özlemi de içeriyor.

Gökhan Kutluer birinci Bergamo kuşatması diye ifade ettiği sürecin sonunda hayallerine kavuşmaya epeyce yaklaşmış oluyor. Ailesinin yaşadığı İstanbul’a gidip gelişlerinin birinde “Bu şehir her gördüğümde biraz daha grileşiyor” diye söyleniyor. Oysaki İstanbul baharda boğazına taktığı erguvan renkleri ile ne de güzel bir şehirdi demek içimizi burkuyor. 

İkinci Bergamo kuşatmasında ise Gökhan Kutluer İtalya’da hem çalışmak hem de yaşamak için gerekli tüm olanaklarını sağlamış oluyor. Bunu kelimenin tam anlamıyla tırnaklarıyla kazıyarak yapıyor. Türkiye’de onu mutsuz eden çalışma koşullarıyla İtalya’da karşılaştığında buna o ülkede kalmak için boyun eğmiyor, durumu kabullenmiyor ve yine mutlu olacağı iş olanaklarına gözünü dikiyor. Bu dönemlerde bisikleti ve onunla çıktığı yolculuklar önceleri kenti daha yakından tanımasını sağlarken, zor anlarında zihnini dinlendirmesine yardım eden bir faktöre de dönüşüyor. Bisiklet ile yaptığı yolculuklar ile yaşadığı kentin ötesindeki diğer kentleri ve kentlerin ardındaki dağları ve özellikle Alp’leri daha yakından tanıyor. Ünlü Giro d’Italia turunun geçtiği rotalarda pedal çevirmenin tadına varmayı ihmal etmiyor.

Daha önceki satırlarda bahsetmiştik. Gitmek fikrinin oluşma nedenlerini çeşitli “çirkinlikler” ile ilişkilendirmiş yazarımız. Bu çirkinliklerden birini de kentlerdeki tabelalar olarak aktarmış. Gerçekten Batı Avrupa’yı gördükten sonra ülkemizdeki durumun tam bir reklam ve tabela çöplüğü olduğunu söyleyebilirsiniz. Bu yaşadığınız kentte sizi yoran ve dünya algınızı kirletip esir alan bir duygu durumu oluşturuyor. Gökhan Kutluer, İtalya şehirlerini tarif ederken bu hissettiği duyguyu çok naif biçimde anlatmış. Sokakta sevgilinizle el ele yürürken, birden onu elinden yavaşça çekip dudaklarından öptüğünüzde, sokakta, arkanızda şiir yazdıracak bir manzara olduğunu bilirsiniz diyor. 

Tabii çirkinlik dünyanın her yerinde karşınıza çıkabilir. Yeni bir hayat kurmaya çalışırken çok sevdiği bisikletinin çalınması ise yazarımızı çok kızdırıp, üzmüş. İkinci Bergamo kuşatması sırasında göçmenlikle ilgili paylaştığı deneyimler ise eşsiz. Göçmenlik işlemlerinin yapıldığı binanın griliği ise göçmenlerin üzerine dökülen rengi anlatır gibi. 

“Türkiye’den Gitmek” kitabının üçüncü bölümü ise yazarımızın günlük notlarından oluşuyor. Özellikle bu bölümü okurken kalbiniz Bulut Fabrikasın’daki hikâyeler için daha anlamlı atacaktır. 

Gökhan Kutluer’in gidiş yolunda, bisikletinin tekerine değen taşları, patlayan lastikleri, kopan zincirleri ve hatta parçalanan gidonları okurken umutla hayallerinin peşinden koşan insanların yarattığı farkı ve kendilerine açtığı eşsiz güzellikteki yolları keşfedeceksiniz.